Ceren Necipoğlu Kimdir?

Antikçağlarda güzelliğin sembolü olarak görülen arp, su damlalarına benzeyen zarif büyüleyici sesiyle, antik dönem heykellerini anımsatan görüntüsüyle kimleri büyülememiştir ki! Fatma Ceren Necipoğlu da küçük yaşlarında bu duyguyu yaşamış olsa gerek. O, 1973’de, Vedat Bey ve Selçuk Hanımın ikinci kızı olarak İstanbul’da doğduğunda, Türkiye’de Arp eğitiminin tarihi daha çeyrek yüzyılı bile doldurmamıştı ve Arp henüz Genç Bir Cumhuriyetin orkestralarında popüler enstrümanlarından biri olamamıştı daha. Yazık ki arp eğitimi konservatuvarlarda sınırlı kalmıştı ve eğitmen sayısı son derece azdı, üstelik maliyeti yüksek bir çalgıydı. Arp sanatı ve eğitimi için emek vermek gerekiyordu, eğitmenlere ihtiyaç vardı, gençlere ihtiyaç vardı, yıllara ihtiyaç vardı. Ceren, arpı Pendik Merkez İlkokulunda okuduğu yıllarda tanıdı ve sevdi. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nın Yarı zamanlı Arp Eğitimi Hazırlık sınıfına kabul edildiğinde, bilemiyoruz ama arp onun çocuk dünyasına hükmetmiş olsa gerekti. Küçük yaşta konservatuvara yazılmak, bir taraftan okul derslerini, diğer taraftan müzik dersleri solfej ve armoniyi sürdürmek, çalacağı partileri çalışmak kuşkusuz bir çocuğun oyun zamanından almasını gerektiriyordu. Fatma Ceren Necipoğlu arp sevgisiyle tüm bunları dolu dolu fedakârlıklarla yaşamış olsa gerek kuşkusuz. Ailesinin yurtdışından getirterek kendisine aldığı arpı ilk kez eline aldığında yaşadığı mutluluk romanlara yakışır olsa gerek. Annesinin anılarında anlattığı, arkadaşları kendisini oyuna çağırmaya geldiklerinde arp sesini duyunca merdivende parçası bitinceye kadar dinleyerek beklemeleri ne kadar da anlamlı. Sonraki yıllarda İstanbul Alman Lisesi’nde başladığı Orta eğitiminden itibaren asla çalgısından kopmayacaktı. Nitekim arp eğitimini aynı konservatuvarın İleri Devresine dek mezun oluncaya kadar coşkuyla sürdürmüş, ama aynı zamanda da Boğaziçi Üniversitesi Mütercim-Tercümanlık gibi önemli bir bölümü bitirerek yetenekli bir çevirmen kimliği de kazanmıştı. Üstelik İngilizcesiyle, Almancasıyla ve Fransızcasıyla çok dilli bir çevirmen ve kültür insanı olmuştu. Ama o Arpın, sanat ve eğitim dünyasında yerini keşfetmek için yola çıkmıştı. Belli ki arpı sevmek yanında hayati bir “ortaklık” da kurmuştu enstrümanıyla. Burs kazanarak ABD’de Louisiana Eyalet Üniversitesi’nin Arp Sanat Dalında Yüksek Lisans, hemen ardından Cleveland Müzik Enstitüsü’nde, Michigan Üniversitesi Ann Arbour Müzik Fakültesinde çalışmalarını ve araştırmalarını sürdürmüş, İndiana Üniversitesi Müzik Fakültesinde dünyaca ünlü arpist ve pedagog Susann McDonald’ın sınıfında arp sanat dalında “Master” derecesine hak kazanmıştı. Bu yıllar onun eğitim yıllarıydı, yorum yıllarıydı, ustalaşma dönemiydi. Nitekim Arpın ünlü virtüozlarını (Judy Loman, Marie-Claire Jamet) bu yıllarda tanımış, yine ünlü ustalarından (Dennis Parker, Christian Lardé, Kate Lucas) oda müziği dersleri de almıştı. Ama aynı zamanda aktif yorumculuğunu da sürdürerek Indiana ve Louisiana Üniversitelerinin senfoni orkestralarında, Ohio Light Opera Orkestrasında  Columbus İndiana Philarmonic’de, CRR Senfoni Orkestrasında, Bilkent Senfoni Orkestrasında konuk sanatçı olarak da çalmıştı. Ülkeye döndüğünde ise Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası, Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Senfoni Orkestrası ve Anadolu Üniversitesi Senfoni Orkestrası eşliğinde solist olarak konserler vermişti. İranlı tanınmış besteci Amir Mahyar Tafreshipour’un “A Persian Reflection (2006) adlı Arp Konçertosunun Türkiye Prömiyerini 2009 yılında Üniversitemiz Senfoni Orkestrası eşliğinde seslendirmişti. Fatma Ceren Necipoğlu 2001 yılında Üniversitemiz konservatuvarıyla tanıştı. Rektörümüz  Prof. Dr. Engin Ataç döneminde, Devlet Konservatuvarı müdürlüğünü yaptığım 1997-2003 yılları, ardı ardına Obua, Trompet, Trombon, Vurmalı Çalgılar, Klasik Gitar, Çalgı Yapım, Opera Sanat dallarını kurduğumuz ve genç orkestraların deneyim kazandığı yıllardır. Ceren Necipoğlu’yla da bu alımlı enstrümanın genç bir konservatuvarda yoktan bir sanat bölümü olarak yapılanışını yaşamıştık. Hatta kendisinin Eskişehir’e geldiği ilk yılında, Uluslararası Eskişehir Festivalinde, Arp sanatçılarının zaten az olduğu yıllarda, Konservatuvarımız orkestrasıyla içimizden bir arp sanatçısı olarak çalması, “sürpriz” ama çok güzel bir örnek olmuştu küçük sanatçılara.

Ceren’in sanat ve eğitim deneyimi örnek nitelikteydi ve Arp Sanat Dalının kurulması için gösterdiği fedakârlık ve emek biz yöneticiler için çok anlamlıydı. Nitekim Ceren,  bitmez tükenmez bir dinamizm sergilemişti Arp sanat dalını yapılandırmak için. Resitalleriyle konservatuvar  enstrüman ailesi içinde arpın varlığını duyurdu. Zengin uluslararası tecrübesi ve yabancı dil becerisiyle meslektaşlarının yardımına koştu; bir pırıltıydı o konservatuvar için. Ve nihayet, öğrencileri, o gencecik fidanlar daha henüz Lise devresinde ilk konserlerine çıktılar. Belli ki o bunu yıllar öncesinde tasarlamıştı. Ceren, dolaysız bir eğitimin pratik örneğini sergilemişti konservatuvarımızda. Bu genç sanat dalının öğrencileri kısa bir zaman diliminde uluslararası yarışmalara ve work-shop’lara katıldı hocalarıyla. Öğrenme sürecinde ilk adımları oluşturacak becerilerin temeli de böyle atılmaz mıydı zaten! Onu, öğrencileriyle birlikte hep bir sevgi yumağı içinde gördüm; ve her zaman da sempatinin ve sevginin eksilmediği bir ciddiyetle. Ceren’in öğrencilerine verdiği ders, konservatuvarın sınıflarında başlayıp bitmiyordu. Nitekim öğrencileri de uluslararası önemli başarılar elde ettiler. Mayıs 2006’da,  geleneksel Türkiye Arpistler Buluşmasını Eskişehir’de gerçekleştirdi ve Anadolu Üniversitesinin ve O’nun ev sahipliğinde bu organizasyon üç farklı kuşağı buluşturarak geleceğe ışık tuttu. O günlerdeki mutluluğunu ve aynı zamanda geleceğe yönelik kararlılığını hepimiz takdirle belleğimizde yaşatıyoruz. O, Arp sanatının nadir temsilcilerinden biri olacaktı. Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda büyük özverilerle yetiştirdiği öğrencileri onun adını özgeçmişlerinde taşımakla onur duyacaklar. Ceren hep yaşayacak: Öğrencilerinin stillerinde kendisinden izler taşıyarak; müzik yapma sanatında ve müzisyenlikte o kutsal “enstrümanına bağlılık” hissini öğrencilerine aşıladığı için yaşayacak. Onun genç yaşlarda zamansız aramızdan ayrılması, elbette önce ailesini, üniversitemizi, ülkemizi ama dünyanın dört bir yanında kendisini seven ve tanıyan insanları da derinden üzdü. Ama O, “kısa” meslek yaşamında bir “abide” gibi kalabilmeyi bilmişti. Çünkü Ceren, müziğe ve Arp eğitimine tüm varlığıyla, yani ruhuyla sarılmış ve bunu çok derinden yaşamış ve bu uğurda emek vermişti. Hayatını, son Rio Konseri de dâhil olmak üzere bu uğraşa adadığı kesindi. O, kendisini sanatıyla, eğitim anlayışıyla anlatmış ve geleceğe önemli bir kapı açmıştı küçük sanatçılar için. Adınla yaşayasın sevgili Ceren.

Bahadır GÜLMEZ